![]() |
Konuşma Serisi: Beğeninin Ekonomik & Politik Yönü
Ne kadar ve nasıl kontrolündeyiz?
Beğeninin teknik, anlamsal (semantik), psikolojik, ekonomik ve politik yönleri üzerine konuşma serisi
Deniz Defne Acerol ve Tolgay Keskin olarak, sanat ve tasarım ile ilgili fikirler üzerine konuşmayı ve nedensellikler ile düşünce zincirleri oluşturmayı çok seviyoruz.
Halka Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği de “beğeni” olgusu üzerine hazırladığımız bu söyleşi dizisini halka sanat/ galeri’de ağırlamayı kabul etti.
Üç ay boyunca üç oturumdan oluşan söyleşide “beğeni” olgusunun teknik, semantik, psikolojik, ekonomik ve politik yönleri üzerine katılımcılar ile konuştuk.
Eğitim ve formasyonumuz, ekipmanımız, genetik yapımız, fiziksel kapasitemiz ve tüm bunların niteliği/niceliği beğenimizi nasıl etkileyebilir? Teknolojik gelişmeler ve paradigma değişimleri ile beğenilerimiz de evrim geçirir mi? Takdir ve beğeni arasındaki ilişki nedir?
Evrensel arketipler, sembol ve anlam arayışımız, kişilik özelliklerimiz ve ruh halimiz beğenimizi nasıl etkileyebilir? Deneyimlerimiz, anılarımız ve dünyaya bakış açımızdaki değişimler ile beğenilerimiz de evrim geçirir mi? Sevgi ve beğeni arasındaki ilişki nedir?
Ülkelerin bir çağdaki dinamikleri, toplumsal seçimler ve zamanın ruhu, sosyallik ve uyum, maddi yeterlilik ve doyum beğenimizi nasıl etkileyebilir? Farklı zümrelere ve durumlara zorunlu/gönüllü uyum sağlayınca beğenilerimiz de evrim geçirir mi? Değer ve beğeni arasındaki ilişki nedir?
Yaratıcının ve izleyicinin beğenilerine yönelik bakış açılarını, nedensellikler ile çok boyutlu araştırdık. Sanat tarihinden ve günümüzden örnekler ile inceledik. Beğeninin göreceliliğini birlikte sorguladık.
Tüm konuşmaların düzenlenmiş metnini beğeninize sunuyoruz. Keyifli okumalar.
söyleşi mekânı:
halka sanat/ galeri
Caferağa Mh. Bademaltı Sk. No:24 Moda Kadıköy söyleşi tarihleri:
beğeninin teknik yönü: 22.04.2018
beğeninin semantik ve psikolojik yönü: 20.05.2018 beğeninin ekonomik ve politik yönü: 23.06.2018
halka sanat/ galeri ekibi:
İpek Çankaya, Bahar Güneş ve Yavuztan İnam
yazıya geçirme, düzenleme ve tasarım:
Tolgay Keskin
Filtre Platform
Filtre Platform; sanat, zanaat ve tasarım ile ilgili konularda araştırmayı, fikir geliştirmeyi ve yaratmayı sağlayan davetkâr ve sosyal bir etkinlik platformudur. Çeşitli ortaklıklar ile kentin çeşitli mekânlarında atölyeler, konuşmalar ve geziler düzenler. Hazine avcısı gibi keşfetmeye önem veren Filtre Platform, süreçlerin, etkinliklerin ve ürünlerin özgün, alternatif ve yaratıcı olmasına odaklanır.
Filtre; malzemeleri, algıyı ve bakış açılarını dönüştürmeye yarayan bir araçtır. Filtre Platform da aynı şekilde dönüştürücü ve ilham doludur. Sanat/Tasarım profesyonelleri ve öğrencileri ile sanat, zanaat ve tasarıma meraklı olan herkesi keşfetmeye, yaratmaya, dönüşmeye ve dönüştürmeye davet eder.
Halka Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği
Her türlü sanat faaliyetinin, bağımsız sanat girişimlerinin ve gençlerin sanat alanlarında etkinliklerinin arttırılmasına yönelik çalışmalar yapmak, bunların paylaşımı, desteklenmesi, çağdaş sanat ve kültürün yaygınlaşması, gündelik yaşam ile buluşturulması ve çeşitli sosyal ve ekonomik kesimden insanların sanata erişimlerinin arttırılması amacıyla 2014 yılında İstanbul'da kurulmuştur.
halka sanat projesi'nin vizyonu doğrultusunda, Halka Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği, kültürü geniş anlamıyla ele alır. O yüzden, sanat faaliyetleriyle sınırlı kalmamak üzere yaşanabilir sosyal çevre, permakültür, ekoloji ve sürdürülebilirlik alanlarında araştırma, eğitim ve yaygınlaştırıcı diğer faaliyetler yolu ile bu alanların uygulaması, bilinirliğinin attırılmasına ve yaygınlaştırılmasına katkı sağlamak derneğin kuruluş amaçları arasındadır. Dernek merkezi İstanbul, Moda'da bulunan halka sanat/ galeri'dir; şubesi yoktur.
Halka Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği çalışma alanı içinde olan konularda araştırma yapar, eğitim, seminer, konferans ve benzeri etkinlikler düzenler; yayın yapar, bağış ve yardım kabul eder; ayni ve nakdi destek fonlarına başvurur, yurt içi ve yurt dışında ortak projeler gerçekleştirir.
Deniz Defne Acerol
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Resim Bölümü’nden 2013 senesinde dereceyle mezun olan Defne Deniz, Sakıp Sabancı Sanat Ödülü’nü kazanmış ve aynı yıl ilk kişisel sergisini Harmony Galeri'de açmıştır. Pek çok karma sergide yer alan Deniz Defne, 2016 senesinde Mamut Art Project’e seçilmiş ve 2018 yılında Galeri Selvin'de ikinci kişisel sergisini açmıştır. Figüratif bir resim anlayışı olan sanatçı, eserlerinde antropomorfik karakterlerin yer aldığı hayaliÌ‚ mekaÌ‚nlar kurgular.
Tolgay Keskin
Mimar ve müzisyen. Özel Üsküdar Amerikan Lisesi’nden 2005 senesinde ve Yeditepe Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden 2010 senesinde onur dereceleriyle mezun olan Tolgay, İTÜ Mimari Tasarımda Bilişim Yüksek Lisans Programı ve Bahçeşehir Üniversitesi Caz Okulu’nda eğitim almıştır. 34728 Mimarlık-Tasarım’ın kurucu ortağıdır. İstanbul’da tasarım odaklı söyleşi (Yaratan Disiplinler) ve gezi etkinlikleri (Uzun Yol) düzenler. 2018 yılında sanat, zanaat ve tasarım alanlarında alternatif ve özgün etkinlik platformu olan Filtre Platform’u kurmuştur.
BEÄžENÄ°NÄ°N EKONOMÄ°K & POLÄ°TÄ°K YÖNÜ
Tolgay:
BeÄŸeni söyleÅŸi dizisinin ilk konuÅŸmasında beÄŸeninin teknik yönü üzerinde durmuÅŸtuk. Bir iÅŸin veya izleyicinin teknik donanımı ve pozisyonu, iÅŸle izleyici arasında kopukluk olmadan iletiÅŸimin saÄŸlanması konusunda etkilidir. BeÄŸeninin psikolojik ve anlamsal yönü ise kiÅŸisel tercihleri etkiler. Bugün beÄŸeninin politik ve ekonomik yönü hakkında konuÅŸacağız. Toplumun ve belli zümrelerin kültürel alışkanlıkları ile baskısının, çağın durumunun ve modaların kiÅŸinin beÄŸenisi üzerindeki etkileri üzerinde duracağız.
Önceki konuÅŸmada Duygu, çok ünlü ve onaylanmış bir eseri beÄŸenmeme hakkımızı sorgulamıştı. Deniz de ÅŸöyle bir açıklama getirmiÅŸti: bir iÅŸi, baÅŸarılı tekniÄŸinden, akademik camianın kabulünden ya da tarih boyunca kanıtlanmış klasik deÄŸerinden bağımsız olarak beÄŸenebiliriz veya beÄŸenmeyebiliriz. Bu bir tercih meselesidir.
Deniz:
Hatta ÅŸöyle de eklemiÅŸtim: Mimar Sinan’daki resim eÄŸitimim sırasında hocalar, resim dilini öÄŸrenmemiz için sanat tarihinden bazı ustaları kendimize örnek olarak seçmemizi istiyorlardı. Mesela Rubens’e hiçbir zaman bir sempati besleyemedim. Onun resimde kullandığı teknik, malzeme ve yöntem farklı. Bana hitap etmiyor. Desenci bir yaklaşımı tercih ediyorum.
Tolgay:
Bir yanda da beğenilerimiz tasvip edilebiliyor veya aşağılanabiliyor.
Deniz:
Bunun beÄŸenimizin sosyal çevremizdeki yeriyle ilgisi var. Bir sosyal çevre edinmek için beÄŸenilerimizi deÄŸiÅŸtirebiliyoruz.
Tolgay:
Lise’de sığındığım arkadaÅŸ grubundakiler manken kızları, hız arabalarını ve pop müziÄŸi beÄŸeniyordu. Benim farklı, aykırı ve niÅŸ beÄŸenilerim olsa da seneler boyunca manken kızları, hız arabalarını ve pop müziÄŸi beÄŸenmeye çalıştım.
Deniz:
Belki de pop, senin daha dışa dönük ve pozitif hâlini temsil ediyordu.
Tolgay:
Evet, pop kültüründe bile beÄŸenime bir nebze hitap edecek örnekleri bulmaya çalışmışımdır. Yine de dışlanmamak için asıl beÄŸendiÄŸim kültürü kendime saklıyordum. O arkadaÅŸlarıma beÄŸendiÄŸim tipleri gösterdiÄŸim zaman onların beÄŸenisine uymadığı için beni ve beÄŸenimi aÅŸağılıyorlardı. Burada baskı ve maruz kalma da var.
Deniz:
Hong Kong’da doÄŸdum. Hong Kong farklı ülkelerden gelen toplulukların yoÄŸun olduÄŸu bir yer. O yüzden Türkiye’ye 2000’lerde gelen çoÄŸu çizgi filmi önceden izleme veya kitabı okuma ÅŸansım olmuÅŸtu. Bundan dolayı çok farklı bir kültür ve beÄŸeni anlayışım vardı. Türkiye’de okula baÅŸladığım zaman tuzlu sudan tatlı suya atılmış balık gibi olmuÅŸtum. Hiç kimseyle ortak bir beÄŸeni noktam yoktu; toplumun beÄŸenilerinin çok dışındaydım. Çocukken bu duruma bir nebze aldırmamış olsam da yetiÅŸkinlikteki aynı anlaÅŸmazlıklar zor oluyor. O yüzden kendimi topluma adapte etmeye çalışıyorum. Belki bazı ÅŸeyleri zorla beÄŸeniyorum.
Tolgay:
Gruptan dışlanma ve tasvip edilmeme korkusu…
Deniz:
Piercing, dövme ve sigara içmek de aynı ÅŸeyin parçası mı? Tuvalette kaçak sigara içmek, kaşın veya kulağın bantlı gezmek gençken çok havalıymış gibi gelirdi.
Bahar:
Onlar da kendilerini diÄŸerlerinden öyle ayırıp bir topluluk oluÅŸturuyor. Ait olma ihtiyacı…
Tolgay:
Ne kadar bireysel beÄŸeni tercihlerimiz olsa da sansür uygulanabiliyor veya bunlar propaganda öÄŸesi hâline gelebiliyor. BeÄŸenimiz aÅŸağılanırsa kendimize sansür uygulayabiliyoruz. Åžöyle bir örnek vereyim: çok iyi bir iÅŸ var ve o iÅŸi beÄŸenmeme gibi bir durumun yok. BeÄŸenmezsen sana cahil diyebilirler. Bu durum nedir?
Deniz:
Ülkenin ve dünyanın dinamikleri bu konularda önemli. Bazı koleksiyoncular ve sanat piyasasında söz sahibi olmak isteyen kiÅŸiler kendilerine danışman tutuyorlar. Sadece danışmanlarının ve sosyal çevrelerinin onayladığı iÅŸleri alıp onaylanan sergilere gitmeye özen gösteriyorlar. Henüz onaylanmamış bir sergiye gitseler veya bir sanatçıyla birlikte görünseler, çevrelerinden kabul görmeyeceklerini sezdikleri için onlardan uzak duruyorlar. Türkiye’de sanat daha çok yeni… Bugüne kadar bir birikim oluÅŸtu. Sonrası farklı olacak belki.
Tolgay:
Akademi ve üst zümreler, belli iÅŸlerin beÄŸenilmek zorunda olduÄŸunu diretebiliyorlar. Bu tip durumlarda akademi aslında neyi söylemeye çalışıyor? Sanat tarihinde akademiye sırt çeviren birçok akım oldu.
Deniz:
Akademik eÄŸitim daha tutucu ve sert… Bir anlamda herkesi benzer bir disipline sokuyor. Bazen akademinin dışında kalanlar o piyasaya yenilik getirme konusunda daha baÅŸarılı olabiliyorlar. Bundan kastettiÄŸim ise konuyla ilgili temel bilgileri öÄŸrenip kendi geliÅŸtirdikleri teknikle bir fark yaratmaları.
Tolgay:
Ben de teknik geliÅŸimin akademinin en önemli kısmı olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Bir öÄŸrenci, gelecek hayatında her türlü hedef kitle ile iletiÅŸim kurabilmek için, odaklandığı bir tekniÄŸi seneler boyunca geliÅŸtiriyor.
Deniz:
Günümüzde sanat tarihi için ÅŸöyle deniyor: yapılmış ve yapılacak olanlar sanat tarihinde iÅŸlendi. Bu savdan hareketle temel deÄŸerler ve biçimler bir kenara bırakılıyor. Teknik yetersizlik ve bilinçsizlik ile estetik deÄŸerlerden uzak iÅŸler üretilmiÅŸ oluyor. Sanat tarihinde çok kullanılmış belli baÅŸlı biçimler var. Bunların öÄŸretilmesi lazım. Bir duruÅŸ neden önemli? Atı neden öyle koyuyor? Çünkü öyle koymasa çirkin görünecek.
Bahar:
Resmin evrensel kuralları var. Bu iÅŸle ilgilenenlerin bu kuralları bilmesi gerekiyor. Akademi denince benim aklıma otorite geliyor. Otorite figürü olarak akademi, sana neyin doÄŸru olduÄŸunu söyleyemez. Hepimiz güce ve otoriteye tapıyoruz. Bu da eleÅŸtirel düÅŸünmenin önüne geçiyor.
Ä°stedikten sonra bilgiye her ÅŸekilde ulaÅŸabiliriz. Akademinin bana kazandırmasını istediÄŸim ÅŸey bilgelik. Yani o eleÅŸtirel düÅŸünce… Zaten bizde Osmanlı’dan gelen biat kültürü var. Amire, müdüre, eÅŸine, öÄŸretmenine ve ailene biati dikte eden bir kültürden gelmiÅŸiz. Bir hocanın dediÄŸine “Hayır, o öyle deÄŸil!” diyen bir beyinle henüz karşılaÅŸmadım.
Tolgay:
Ben dedim ve alçak bir not alıp geçtim. Üniversitede yaÅŸadığım bir örneÄŸi anlatayım. Dört dörtlük bir binayı hocaya az göstererek tasarlamıştım. Tasarladığım bina sınıfın en iyi projesi olarak ilan edilse de hocanın otoritesinin altında çalışmadığım için bana düÅŸük not verilmiÅŸti.
Deniz:
Üniversitedeyken ben de benzer bir durumla karşılaÅŸmıştım. Bazı hocalar teknikle alakasız olarak kendi seçtikleri kiÅŸiye göre puanlama yapıyorlardı. Bunun yanı sıra resmin temellerine dair ve çok faydalı akademik eleÅŸtiriler de almıştım.
Tolgay:
Kıyaslamadan bahsediyoruz. Belki de beÄŸeni asıl yerini hep kıyasla buluyor. Bir ÅŸeyi tek başına nasıl deÄŸerlendirebilirsin? Sırf içgüdüsel olarak mı? Daha çok beÄŸendiÄŸin bir ÅŸey çıkınca eskisinin pabucu dama mı atılır?
Deniz:
Kendimi geliÅŸtirmek için en iyi resimlere bakmaya çalışıyorum. Dünyanın çeÅŸitli yerlerinden sanatçıları takip etmemi saÄŸlayan bazı siteler var. Onlarda oldukça sık vakit geçiriyorum. BaÅŸta beÄŸenmediklerimi çok sık gördükçe kendime yakın bulmaya bile baÅŸlıyorum. BeÄŸenilerim çorba oluyor. Neyi onayladığımı, neyin doÄŸru olduÄŸunu ve aslımı unutmaya baÅŸlıyorum. Aslında bu çok iyi bir ÅŸey deÄŸil çünkü belli tekniklerde iÅŸ üretmek gerekiyor. Resimde her tekniÄŸi kullandığın zaman iyi olmuyor. Bir hiyerarÅŸi oluÅŸturman gerekiyor.
Tolgay:
Bazen bir eÄŸitmenden kiÅŸisel yorumuna izin verilmeyen yoÄŸun bir teknik eÄŸitim sonucu kendini unutabiliyorsun. Ancak o tür eÄŸitmenlerin de ÅŸöyle bir iddiası var: Önce teknik bilgiyi öÄŸren, sonra tüm öÄŸrendiklerini unut. ÖÄŸrendiklerin beyninde demlenip bir altyapı oluÅŸtursun. Sonradan kendi sesini eklediÄŸinde iyi bir altyapı ile istediÄŸin yorumu özgürce ve ustaca yapabilirsin. Bu durumda o altyapı seni sıkıca tutan bir sabit oluyor. Teknik yeterlilik bir refleks haline geliyor artık. O teknik altyapı olmazsa beceriksiz bir kakofoni olurdu.
Deniz:
ÖÄŸrencilerime ders verirken en çok çekindiÄŸim ÅŸeylerden biri özgün olmamalarıydı. Onlara belli bir tekniÄŸi gösteriyordum. Bu tekniÄŸi öÄŸrenmek, takip edilmesi gereken kurallar net olduÄŸu için kolay. Ancak çok iyi öÄŸrenildiÄŸi zaman benim taklidim olma riski var. ÖÄŸrenciyi anlayıp onun içindeki cevheri ortaya çıkarmaya yönelik eÄŸitim verebilmek zor ve zaman isteyen bir ÅŸey.
Tolgay:
Üniversitedeki mimari proje derslerinde çıkan tasarımlara baktığında her hocanın öÄŸrencilerinin aynı türde iÅŸler çıkarmış olduÄŸunu görüyorsun bazen. Kimsenin sesi ortada kalmamış.
Otoriteye paralel olarak dikte ve propaganda konusuna girelim. Ä°nsanın beÄŸenisine hitap eden bazı temel ÅŸeylerin siyasi propaganda amacıyla kullanılması üzerine konuÅŸalım.
Deniz:
Sonuçta renklere karşı bile insanların koÅŸullanmaları var. Kırmızı, gücü sembolize ediyor. Arketiplere yönelik anlamlara hâkim olduÄŸun zaman izleyiciye hitap edebiliyorsun. Reklamcılar insan psikolojisinden daha iyi anlıyorlar mesela. Neyin daha çok dikkat çekebileceÄŸini biliyorlar.
Tolgay:
Pazar araÅŸtırmacıları, Jung’un on iki arketipi üzerinden yaratılan bir motivasyon çemberi ile çalışıyorlar. Ä°ddialarına göre insanlar sekiz adet motivasyondan biri veya birkaçı ile bir eylemi yapabilirlermiÅŸ. ÖrneÄŸin, kahverengi ile kodladıkları tutucu ve geleneksel motivasyona ince belli bardakta çay içmeyi, dantelli örtüler örtmeyi ve tatlı olarak aÅŸure yemeyi dâhil edebiliriz. Ancak baÅŸka hiçbir içeceÄŸine güvenmediÄŸin bir yerde güvenlik amacıyla ince belli çay içmen mavi renk ile kodlanan güvenlik motivasyonun ile ilgilidir. Mor ile kodlanan görmemiÅŸçe hava atma ve güç motivasyonu, manken, spor araba ve pop müzik beÄŸenen lise arkadaÅŸlarıma uyuyordu. Markalar da hedef kitlelerin motivasyonuna göre ürün manipülasyonu yapıyorlar. O zaman beÄŸenilerimiz de motivasyonumuza göre dönüÅŸebiliyor mu?
Deniz:
Takip ettiÄŸim bir klinik psikolog, depresyondaki insanların bulundukları ruh hâlinin sadece kendilerine has olduÄŸunu zannettiklerinden bahsediyor. Ama depresyondaki çoÄŸu kiÅŸi benzer düÅŸüncelere ve duygulara sahip. Aslında düÅŸündüÄŸümüz kadar yalnız deÄŸiliz. ÇoÄŸu insan benzer motivasyonlara ve endiÅŸelere sahip.
Su:
Sahil yolunda yürürken çok güzel pembe bir bulut gördük. Ä°nsanlar bulutun fotoÄŸrafını çekmeye baÅŸladı. “Herkes aynı hareketi yapıyor. Ne kadar komik,” dedim. Sonra yanımızdan geçen bir adam “Herkes aynı ÅŸeyi yapıyor. Ne komik,” diye aynı cümleyi söyledi. Herkesin her ÅŸeyi ortak yani.
Tolgay:
Kendini özgün, özel ya da niÅŸ hissetmen bile kodlanmış bir motivasyon. Aslında bütün niÅŸler de bir ana akım. Çok önemli bir icat yaptığını sanıyorsun, ama bu zaten bulunmuÅŸ ve gelecekte de birileri onu yeni bulduÄŸunu zannedecek.
Deniz:
Takip ettiÄŸim bazı iyi ressamlar, iÅŸlerimizi internete yüklerken fikir hırsızlığından çekinmememiz gerektiÄŸini belirtiyor. Bunun sebebi sıra dışı zannettiÄŸimiz bir fikrimizin bugüne kadar baÅŸka sanatçılar tarafından muhtemelen yapılmış olması. Eserlerimiz ve fikirlerimiz zannettiÄŸimiz kadar özgün deÄŸil maalesef. Sanat tarihini öÄŸrenip üstüne ilave ederek ilerlemeye çalışıyoruz.
Tolgay:
Moda konusuna da girmeye baÅŸladık. Modacılar ve markalar çağın motivasyonunu kullanıyorlar. Her çaÄŸ kendi mottosunu oluÅŸturuyor. ÖrneÄŸin 2000’ler başında aldığım Ä°spanyol paça bir kot pantolonu ÅŸu anda giyemem. Ama – bırakın 60’ları veya 70’leri – 2000’lerin başında giyebiliyorduk. O zamanlar da deriye yapışan kot pantolonu zaten yadırgardık ya da farklı bir grubun sembolü olduÄŸunu sanırdık. Zaten beyin, göz ve psikoloji bir ÅŸeye çok maruz kaldığında alışıyor. Yarın bir gün neyi beÄŸeneceÄŸimiz bir muamma aslında.
Miray:
Bir yandan eskiden beÄŸendiÄŸin de ortadan kalktığı için yeniyi beÄŸenmek zorunda kalıyorsun. Ä°nsanlar etrafındakilerin giyim tarzına öykündüÄŸü için giyinmiyor aslında; her yerde aynı ürünler satıldığı için herkes aynı ÅŸeyleri giyiyor.
Tolgay:
Özgün giyinip dolaÅŸsan nasıl görünürsün? Kadıköy’de pek bir çatışma olmaz ama BaÄŸdat Caddesi biraz daha tutucudur. Orası biraz daha ana akım ve modaya uygun olmanı ister. Aykırı olursan en fazla “sanatçı” derler. Kadıköy’de insan biraz daha rahat ediyor. Otorite ve baskı ile ilgili yine.
Deniz:
EÄŸer özgün giyim tarzını kendine çok yakıştırırsan, insanlar özenebilir de.
Miray:
Ben bir ara çok renkli giyinirdim. Herkes bakıp beni deli zannederdi.
Bahar:
Çok renkli, gösteriÅŸli ve dikkat çekici ÅŸeyleri sevmiyorum. Aslında bütün tekstiller ve kullandığınız aksesuarlar kendilerinden baÅŸka anlamlara iÅŸaret ediyor. Bazen kendimizi dış görünüÅŸümüzle ifade ediyoruz ama bu konuda bir akımı takip etmiyorum. Gerçi o durumda da bir tür beÄŸeninin içine giriyorum.
Modaya uymak zorunda deÄŸiliz. Ancak bunun ekonomik bir yükü var. Her sene modaya uyup gardırop yenilemek belirli bir sınıfa mahsus. Kullandığı iletiÅŸim araçlarıyla moda, farkında olmadan bizi ve beÄŸenilerimizi etkiliyor; burada özgür bir beÄŸeniden bahsedilebilir mi bilmiyorum.
Deniz:
Sonuçta o günün düÅŸüncesi, politik görüÅŸü ve ruhuna göre bir moda oluÅŸuyor.
Tolgay:
2000’ler başında BaÄŸdat Caddesi’nde tayt veya eÅŸofmanla gezmek imkânsızdı. Bir nebze pahalı elbiselerinle sokaÄŸa çıkardın. Ceket giyerdin mesela. Ä°stiklal Caddesi’ne ÅŸapkasız çıkılmadığı bir dönem varmış. O zamanlar birisi BaÄŸdat Caddesi’nde taytla dolaÅŸsaydı garip bakılırdı.
Deniz:
Şimdi de garip bakılması tuhaf karşılanıyor.
Bahar:
Özgürlükler…
Tolgay:
O zamanlar, “Tayt veya o tip ucuz tekstil malzemeleriyle yaratılan görüntünün BaÄŸdat Caddesi’nde yeri yok; burada sadece pahalı ÅŸeyler giyilir!” gibi bir algı mı yaratılmıştı?
Miray:
Okullarda da bu durum geçerli. Mimar Sinan’da okuyanların belli bir tarzı var. Mimar Sinan’da iki yıl tekstil bölümünde okurken NiÅŸantaşı’ndan gelen öÄŸrenciler vardı ve öteki öÄŸrenciler onlara itici gözlerle bakıyordu. Orada okumadıklarını iddia ediyorlardı. Bu da beÄŸeninin dışında kalıyor.
Tolgay:
Moda dâhilinde beÄŸenilerimizin ne kadar kontrolünde olabiliyoruz? Bilerek sansür mü uyguluyoruz?
İlk oturumda takdir ve beğeniyi ayırmıştık. İkinci oturumda ise sevgi ve beğeninin farkı hakkında konuşmuştuk. Bu sefer de değer ve beğeni ilişkisini konuşabiliriz. Maddi paha ve bir şeye değer verme ile beğeni arasındaki ilişki nedir?
Deniz:
Üstüme altın kolye takabileceÄŸimi zannetmiyorum çünkü estetik olarak beÄŸenmiyorum ama bu altının deÄŸerini düÅŸürmüyor.
Tolgay:
ÖrneÄŸin bir müÅŸteri, bir Akdeniz kasabasındaki tarihî bir Türk evini – DoÄŸu Anadolu kültürünün mobilyalarını da kullanarak – Osmanlı temalı bir balıkçı lokantasına çevirmek üzere restore etme talebinde bulunabiliyor. Türk evinin çeÅŸitli cephe elemanlarına altın sprey sıkabiliyor.
Bahar:
O da onun beÄŸenisi. Åžimdilerde Osmanlı’ya dönüÅŸ var çok fazla. Osmanlı dizileri veya Osmanlı tarzında kafeler yükseliÅŸe geçti. GeçmiÅŸe özlem mi yoksa güç mü?
Miray:
Ben bunun beÄŸeni dışında olduÄŸunu düÅŸünüyorum. BeÄŸeni belli sınırlarda kalmalı. BeÄŸeninin insanlar üzerinde böyle bir baskı uygulaması gerekmiyor. Onlar bu tür beÄŸenileri, bir baskı uygulayacak ÅŸekilde ortaya çıkarıyorlar.
Deniz:
Sırtımızı dayayacak bir geçmiÅŸ ve baÄŸ kurabileceÄŸimiz bir kültür arıyoruz. Osmanlı’ya dönüÅŸ bu ihtiyaçtan kaynaklanıyor olabilir. Hepimiz burada olmaktan memnunuz ve biz buyduk.
Bahar:
Tek tipleÅŸtirmeye yönelik ideolojik bir yaklaşım… BeÄŸeninin biricik bir ÅŸey olması gerekmiyor mu? Moda, biricik olmadığından dolayı, beÄŸeni konusuna girmiyor o zaman. Kitle kültürü ile kültür endüstrisinin yarattığı ve biricikliÄŸini yitirmiÅŸ ÅŸeyleri seviyoruz zaten. Maruz bırakılan biziz ve onu seviyoruz aslında. Mecburuz. Bu kiÅŸisel deÄŸil, toplumsal bir beÄŸeni oluyor o zaman; ki öyle bir kavram var mı bilmiyorum.
Deniz:
Aslında kendimizin olduÄŸunu zannettiÄŸimiz düÅŸünceler bile bize ait deÄŸil. Bir yerlerde duyduÄŸumuz ve sonradan özümsediÄŸimiz ÅŸeyler.
Tolgay:
Belki o zamanlarda beÄŸenmiyoruz ama deÄŸer veriyoruz. VerdiÄŸimiz deÄŸer, bir gruptan dışlanmamamızı veya iÅŸ sahibi olmamızı saÄŸlıyor. O yüzden bazı ÅŸeyleri beÄŸenmesek de onlara deÄŸer veriyoruz.
Maddi paha, ÅŸatafat ve beÄŸeni konuları üzerinde biraz daha duralım. Dünyada az bulunan nesnelere çok paha biçiliyor. Özellikle de önemli bir fiziksel özelliÄŸi varsa... Mesela altın, az bulunmasından, paslanmamasından ve elektriÄŸi iyi iletmesinden dolayı çok pahalı. Dünyadaki yeterliliÄŸi ve kapasitesi de bununla çok ilgili. Ama her nadir ve deÄŸerli nesneyi de bizim beÄŸenmemiz gerekiyor mu? Çok ucuz olan nesneleri de beÄŸenip onlara deÄŸer verebiliriz sonuçta.
Deniz:
Manevi anlamı var. Evine giren hırsız bir ÅŸeyleri çalıyor. Maddi hiçbir deÄŸeri yok ama manevi olarak paha biçilmez.
Miray:
Bizim evimizde iki tane kırk yıllık eski bakır kazan ile bir tane yetmiÅŸ yıllık sandık var. Bakır kazanları parlattırdık ve üstüne cam kestirdik. Biraz yamuk duruyor ama salonun ortasına sehpa oldu. Manevi bir deÄŸeri var.
Tolgay:
Bizde de öyle eÅŸyalar vardı. O kadar da beÄŸenmiyorduk ki… Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Manevi olarak çok deÄŸerli ama evde yeri yok.
Deniz:
Param olsaydı Japon baskılarının peÅŸinden koÅŸardım. Daha klasik eserlerin, özel ressamların ve heykeltıraÅŸların objelerini arardım. Enteresan, kendine has ve benim dışımda kimsede olmayacak eserleri bulmaya çalışırdım.
Tolgay:
DeÄŸer, otorite ile alakalı bir ÅŸey olabilir. Bir anının veya duygusal yakınlığın yarattığı etki de beÄŸenimiz üzerinde bir otorite olarak görülebilir.
Arzuların dünyayı yönettiÄŸini söyleyebiliriz. Arzulara göre her ÅŸeyi yapıyoruz. Arzuları da beÄŸenilerin yönettiÄŸini söyleyebiliriz. Markalar, tasarımcılar ve sanatçılar, iÅŸlerini satabilmek için kendilerini beÄŸendirtme derdindeler. Maslow hiyerarÅŸisinin en üstündeki ÅŸey beÄŸeni belki. BeÄŸeni, son ihtiyaç. Eskiden beÄŸeni olgusu günlük hayatı bu kadar etkiliyor muydu? Yoksa beÄŸeniden hiç bahsedilmeden sadece takdir, sevgi ya da deÄŸerle mi iÅŸler yürüyordu?
Deniz:
Biraz da lüks bir ÅŸey deÄŸil mi o açıdan baktığında? Eski zamanlardaki eÄŸitim veya evlendirme sisteminde her ÅŸey çok kısıtlıydı. Çünkü hem maddi hem de tıbbi açıdan imkân yoktu. Ayrıca eski zamanlarda bir düzen varmış. Åžu anda toplum kaotik bir duruma kaymış gibi görünüyor. Kimisi bundan memnun ama genel olarak insanlar daha mutsuz, yalnız ve depresif gibi.
Tolgay:
Görücü usulü eve aldığın hanımda herhâlde beÄŸeni söz konusu deÄŸildi. Daha çok ev hanımlığını takdir ediyordun. Ä°ÅŸlevselliÄŸine bakıyordun. Belki beÄŸendiÄŸin ya da sevdiÄŸin birisi deÄŸildi. Bu devirde mi beÄŸeni bu kadar öncül oldu?
Deniz:
Daha ziyade çağın ruhu bu biraz: canın ne istiyorsa onu yap. Sorumluluk almadan keyfine bak.
Tolgay:
Üniversitedeki proje derslerinden örnek vereyim. Her üst proje dersinde teknik yeterlilik seviyesi artıyor. Her sene teknik donanımın arttıkça daha karmaşık ve çok katmanlı binalar yapmaya çalışıyorsun. EÄŸitmenin iÅŸi, bu çok katmanlı durumda hedef kitlenle iletiÅŸim frekansını yakalayabilmeni saÄŸlayacak teknik bilgiyi aktarmak. Daha sonra da ilgi duyduÄŸun alanı keÅŸfetmen yolunda yardım etmek ve içine sineni yapmanı saÄŸlamak. Bir eÄŸitmen, kendi ideolojisi veya beÄŸenisini dayatmak yerine öÄŸrencisinin beÄŸenisine göre yapacağı iÅŸ hakkındaki teknik donanımı aktarabilir.
Deniz:
Teknik donanıma sahip özgün bireyler yetiÅŸtirmek…
Tolgay:
Ama ekonomik ve politik boyut, otorite ve sansüre götürüyor.
Deniz:
Sen ve hocan yaptığın iÅŸten memnun olsanız da dışarıya çıktığın zaman kendini törpülemen gerekebiliyor.
Tolgay:
Bunlar bir meydan okuma… Bunları da aÅŸmak için yöntemler araÅŸtırabilirsin. Sosyal yaÅŸamın bir götürüsü.
Deniz:
Veya toplumun beÄŸenisine göre kendini geliÅŸtirmekten ziyade öyle bir teknik kapasiteye kavuÅŸacaksın ki kimse seni reddedemeyecek.
Tolgay:
BeÄŸeninin konuÅŸtuÄŸumuz tüm yönleri, psikolojideki ilkel dürtü, ego ve süper egoya benziyor. Ä°lkel dürtüde bir ÅŸeyin istenme potansiyeli vardır. BeÄŸeninin teknik yönü de bu potansiyele paralel. Ego devreye girince, isteÄŸin artık tercih meselesi hâline gelir. BeÄŸeninin anlamsal ve psikolojik yönünde de tercihler devreye giriyordu. Süper ego da – din, politika, sanat, kültür ya da bilimle – o isteÄŸini tasvip eder veya sansürler. BeÄŸeninin ekonomik ve politik boyutu da süper ego gibi.
Bahar:
Ben genel bir sonuç çıkardığımda herkesin kendi beÄŸenisini oluÅŸturması için özgür bir ortamın gerektiÄŸini düÅŸünüyorum. Bir hoca, öÄŸrencisinin kendi sınırlarını keÅŸfetmesini saÄŸlamalı. Nelere maruz kaldığımızı bilmeden beÄŸenilerimiz özgür deÄŸil.
Deniz:
Aslında topluma çok aykırı kalmayacak ÅŸekilde kendi karakterini oluÅŸturup mesleÄŸini icra etmeye ve kendine bir yer edinmeye çalışıyorsun.
|